29 Şubat 2008 Cuma

REZALET:Üsküdar’lı İllallah dedi Esnaf Kına Geldi

Üsküdar’da Marmaray tüp geçit projesi dahilinde yapılan hafriyat çalışması Üsküdar halkını ve Proje çevresindeki esnafı canından bezdirdi. Harfiyat taşıma araçlarının üstü açık ve şantiyeden hızlı kural tanımaz halde çıkışlarından, yoldaki hafriyat döküntülerinden ve hafriyat araçlarının tekerleri vasıtası ile yollara taşınan toprak birikintilerinden kaynaklanan toz kümeleri yöreyi cehenneme dönderdi.
Aşağıda resimlerde polis aracı şantiye önünde beklerken araçların şantiye çıkışları görüntülenmektedir. Trafik kurallarına göre ağır cezası bulunan bu kural tanımazlığı ekip aracının gördüğü halde uygulama yapmaması ise dikkatleri çekti.
Üsküdar’la ilgili sıkıntı bir tek yukarda belirtilen çalışma dahilinde değil Kapitol önünde ve Selmanipak caddesinde de trafik denetiminin olmaması uzun zamandır dikkatleri çekmekte ve Üsküdar’lıyı canından bezdirmektedir.
Aşağıdaki resimler her şeyi anlatmaktadır.Erhan ÖZTUNÇ



Resimleri Büyüterek Görmek için üstüne tıklayınız











27 Şubat 2008 Çarşamba

GÜL VE KRALDAN FAZLA KRALCI OLMAK


GÜL VE KRALDAN FAZLA KRALCI OLMAK
Cumhurbaşkanı Gazetecilerin sorduğu bir soruya karşılık “Kimse kraldan çok kralcı da olmasın yani. Öyle aklımdan geçmedi böyle şeyler. Türkiye açık bir toplum, demokratik bir toplum. Bu konuların neticeleri nasıl olur, belli. Mesela neyi ele alıyorsunuz? Hukuk devletinde itirazla olacaktır, çekişmeler olacaktır. Farklı farklı görüşler olacaktır, ama sonunda demokrasilerde bunlar nasıl neticelenirse öyle neticelenecektir.” Verdiği bu cevap bu ülkede yaşayıp bu ülke için ölmeyi göze alan herkesi çok yaralayan Türk’e yakışmayan yabancı milletlerin kendi içlerinde kendi insanlarına kullandığı bir Ata sözleri.
Sayın GÜL bu ülke ne zaman krallıkla idare edildi de sen kral oldun seni eleştirenlere kralcı olmayın diyorsun. Bu açıklamayı bir ülkenin en tepesinde oturarak sarf etmenizi çok yersiz ve uygunsuz buldum. Siz kendinizi kral sanıyorsanız adres olarak yanlış yerdesiniz teşbih bile olsa o söz amacını aşmıştır.Bu ülkede Cennet mekan ATATÜRK bile kendini milletinden üstün görmemiş ve böyle lafı kendinden menkul , kulağına uzak sözler sarf etmemiştir.
Biz ne kralların hikaye si ni biliriz ki ülkesini de satmış başka değerlerini de. Bu söz bu millete uymadı sayın Cumhurbaşkanı. Deki biz o günü uygun bulduk imzaladık,Evet dediğiniz gibi bu ülke demokratik bir ülkedir ,adliyelerde yolsuzluklardan dosyaları bulunanları hem meclise taşımış hem yönetici yapmışız, kanunu kılıfı hazırlamakta hiç zorluk çekilmeyen bir ülke bu kadar demokrasinin hovardaca hayata geçirildiği bir ülkede bir imzayı mı çok gördünüz de.Sahi hiç veto edilen yasa varmı noter gibi gelen evraka olur mu verildi yoksa.
Türban konusu bir tarafa ya Vakıflar yasası ne olacak Meclis bunu nasıl anlatacak ye geri çekilen vekil maaşlarındaki hovarda artış tekilflerine ne diyeceksiniz.
Sayın Cumhur başkanım siz bir imzayı anlatırken zorlanıyorsunuz. Tam on bir gün bekletip çok nazik bir günde imzalıyor ve ona gerekçeler gösteriyorsunuz ama iç içe sığdırılıp milletin askeri harekata kilitlendiği zaman aralığında GÖZDEN IRAK ÇIKARILMAK İSTENEN OLUMSUZ YASLARIN ÇIKMAMASI İÇİN keşke TBMM de komisyon toplantılarını da durdursaydınız da bizde milleti yaralayan ve umutsuzluğa düşüren bu olayları yaşamasaydık. Erhan ÖZTUNÇ

25 Şubat 2008 Pazartesi

Konuğumuz Sinan AYGÜN




Sinan AYGÜN Ahmet Şerif YILDIRIM




Erhan ÖZTUNÇ Sinan ATGÜN













Sinan AYGÜN Balıkçıları ziyaretinden dönerken

Kanal D Tv de bir proğrama katılmak için İstanbul’a gelen Ankara ATO Başkanı Sinan AYGÜN Üsküdar NTP Şemsipaşa Çay Bahçesinde konuğumuz oldu.
Sinan AYGÜN’ü gören SSK lı emekliler adına hükümetin yaptığı 6 tl zamı kaynak yokluğu nedeniyle geri alacağını iddia eden emekli Ahmet Şerif YILDIRIM SSK emeklisi vatandaşların çok sıkıntı içinde olduğunu halbuki kendileri için vekillerin kaynak sorunu olmadan hemen düzenlemeler yapabildiğini anlattı. Ülke sorunları üzerine yapılan sohbetten sonra Sinan AYGÜN Üsküdar sahilinde balık tutan insanların arasına girerek balık tutanlarla sohbet etti.
Sinan AYGÜN kimle sohbet etti ise pek hoş olmayan ülke manzaraları ile karşılaştı. Ülkesine aşık Sinan AYGÜN Üsküdar’da BOĞAZ ‘ı seyrederken ülkesine aşkını yeniledi. 25 Şubat Pazartesi 2008 Erhan ÖZTUNÇ

24 Şubat 2008 Pazar

Askeri Harekatla dikkatleri dağıtmak ve Vekil maaşları


Öceki gün yayınladığım Türban Şehitleri başlıklı yazım pek çok okuyucu dosttan tam destek aldı. Öncelikle destek veren okuyucularıma çok teşekkür ederim.
O yazımızda Ülkemizde gündemin çok çabuk değiştiğini vurgulamıştık. Evet yanılmadık seçkinler sınıfı MİLLETVEKİLLERİMİZİN PARA HIRSIDA Askeri harekat kilitlenmesinde güme gitti. Güme gitti çünki biz yazıyı yayınladığımız gün vekil yasasının bombası patladı. Vekillerimiz güle güle yesinmi aldıkları zammı bilmem , ben kendi kişisel hakkımı kullanarak helal etmiyorum Bakınız yeni vekil yasası ne getiriyor” Alt komisyona gelen metinde, hem milletvekillerine, hem de emeklilerine 30 bin gösterge ile memur maaş katsayısının çarpımı kadar 1.500 YTL temsil tazminatı getiriliyor. Bu; Hem milletvekili emeklilerinin maaşlarının 4 bin 400 YTL'den yaklaşık 6 bin YTL'ye çıkması demek. Hem de ileride genç yaşta milletvekili olup daha sonra seçilemeyince emekliliğe hak kazanamayan kişilerin emekli oluncaya kadar her ay 1.500 YTL temsil tazminatı almaları demek...'
Bu yasa 8 bine yakın eski ve yeni milletvekilini ilgilendiriyor tahminimce, rakam olarak ne tutar buna ben matematiksel çözüm bulamadım rakamlar o kadar kabarık çıkıyorki SSK emeklisine memur maaşlarına yapılan 15-20 liralık zamlara kaynak bulmayan meclis kendileri söz konusu olunca ne yapıp edip zurnayı kılıfına uyduruyorlar.
Heleki birde kaynak yetersizliğinden SSK emeklilerinin maaşlarını düşürmeleri gündemdeyken bu aymaz kararları Askeri harekata millet kilitlenmişken almalarını veya gündeme getirmelerini asla kabullenmek mümkün değil. İşi “devletin malı deniz yemeyen domuza” dönderen veya bu ahlaksızlık karşısında susan, sessiz kalarak bu yasadan yararlanmayı fırsat bilen, bütün vekillere bu ülkenin vatandaşı olarak ne hakkımı helal ediyorum nede onlara helal olsun diyorum.
Haksızlık karşısında susanların neye benzetildiğinide yazmaya gerek duymuyorum.
Cephe ötesinde vatan evlatları çete mensuplarını temizlemeyle meşgul olurken şehit olacak,siz burada milletin tepki göstereceği yasaları bu nazik güne sığdırarak hayata geçireceksiniz millet şehitlere ağlayacak siz mama peşinde koşacaksınız,millet bu gün asker ne yaptı diye tv haberlerine kilitlenecek siz ülkeyi bölen parçalayan yasaları çıkaracaksınız, seçkinler kamarası ve angutlar hiçbirinize hakkımı helal etmiyorum.Edenleride Allaha havale ediyorum.
Hele bu olayları bilerek yazmayan konuşmayan aydınlar siz neye yararsınız mahkemedenmi korkuyorsunuz inanınki bunları anlatın kahraman olursunuz bu konular için cezaevine gitmek bana onur verir sizde biraz cesur olun ve haksızlık karşısında susmayın. Yoksa ne işe yararsınız bilmem.
Yarın ola hayrola bakalım bu gün meclisin ne bombası patlayacak, gündeme ne düşecek merakla bekliyorum.
Not:Osman PAMUKOĞLU’nun ANGUT isimli kitabını mutlaka alınız.Erhan ÖZTUNÇ

23 Şubat 2008 Cumartesi

TÜRBAN ŞEHİTLERİ VE ANGUT KİTABI


TÜRBAN ŞEHİTLERİ VE ANGUT KİTABI
Zamanlama harikası olayların yaşandığı bir süreç içindeyiz
Bu süreçin yeni yılda ilk başlangıcını yüzde beşyüzlere varan zamların olumsuz etkilerinden korunmak için ilk Meclise türban olayının taşınması ile yaşadık bu zaman zarfında neleri gözden çıkardık neler halktan gizlenerek mecliste hayata geçirildi Allah bilir.
Ancak kimi konularda o kadar aleni yapılıyorki veya birileri öyle istediği gibi yapılıyor ve iki metre kar dolu geçit vermez tepelerde kara harekatı yapılıyor üç şalvarlı peşmerge Türk Ordusunun tanklarının önünü kesiyor ve Türk Ordusu geri adım atmak zorunda kalıyor.
Peşmerge karşısında Orduyu geri çeken kimdir? Bu bir harekat ise ya orda gereken yapılmalı yada Türk askerine üç şaklaban karşısında takla attırılmamalı idi.
Olaylar devam ediyor 44 pkk lı öldürüldü deniliyor ama 5 şehit veriliyor.
44 pkk lının öldürülmesini olayları bilen bir paşa yalanlıyor bu haber youtube de 5 pkk lı olarak geçiyor.
Genel Kurmay üstü kapalı yine yalanlama yapıyor.
Bu arada kaşla göz arası ülke topraklarını peşkeş çeken vakıflar yasası çıktı kimse bunun ne anlam taşıdığını bile bilmiyor hala sokaktaki insanımız vakıf hayrattır gözüyle bu yasayı değerlendiriyor.
Tam bu olayların yaşandığı süreçte Cumhurbaşkanı planlı şekilde oluşturulan bu yoğun kara harekatına milletin kilitlendiği zaman aralığında Türban yasasını imzalıyor ve
Cumhurbaşkanlığı sözcüsü akşamın ilerleyen saatlerinde son dakika haberi olarak M.Ali BİRAND’ın ağzından duymak zorunda kalıyor hangi gün ertesi gün tatile rast getirilen Cuma akşamı. Peki bu yasa ne zaman Cumhurbaşkanı tarafından imzalandı Cuma günü öğle sonu.Akşamın ilerleyen saatlerinde neden verildi soru işaretli.
Yine aynı gün akşamı Recep Tayyip’e bu yasa soruluyor verilen cevap “Şu an gündemimizde Kara harekatı var” oluyor. Halbuki bu yasa 10 gündür Cumhurbaşkanının makamında imza için beklemiyormu.Türban ise meclisin % 80 desteği ile çıkmadımı.Neden erkekçe iki cümle ile evet doğrudur denilmiyor.Bu çirkin tavırlarla geleneğimiz ve inancımızın en önemli unsuru siyasileştirilerek adını türban olarak alıp kirletilmedimi?
Sizlere bir kitap tavsiye edeyim mutlaka okumanız lazım. Kitabın adı Büyük Angut Pardon yalnızca ANGUT kitap neyi kimi anlatıyor okuyunca büyük nüktedanlıkla ustaca yazılmış imaları ve göndermeleri adresine cuk diye oturtabilirsiniz.
Olayları zincirleme bir halka kopmadan değerlendirirseniz bu kara harekatında şehit edilen vatan evlatlarına yüreğimiz mutlaka yanması ile birlikte bu vatan evlatları TÜRBAN ve VAKIFLAR YASASI siyasetinin ŞEHİTİDİR, Yani TÜRBAN ŞEHİDİDİR.
Amaç gündem saptırmaktır ve angutlarda bu işin figuranıdır.
Ülkemizde alınan ihanet dolu kararlarla gündem ne kadar çok değişiyor değilmi ve hemen üzerine biraz duygu yüklü ya harekat ya türban vs millete ne güzel yediriliyor değilmi.
Ya büyük gazetelerin köşe yazarları şaklabanlar sizler ne güne durursunuz çıkın Türk aydını iseniz doğruları yazın yoksa erkekçe biz bu oyunların kurucularının tam tamcılarıyız diye bağırın.
Ülkemizde milletimizin inançları ile artık kimsenin bu kadar hovardaca oynanmasına müsaade edilmemeli başta CUMHURBAŞKANI-BAŞBAKAN-GENELKURMAY BAŞKANI
VE MUHALEFETİN GENEL BAŞKANLARI KOLTUKLARINI TERK EDİP GÖREVLERİNDEN İSTİFA ETMELİDİRLER.
Astarı yüzünden pahalı siyasetler bu millete yakışmıyor milletin güveneceği kurum kalmadı helal süt emmiş ülke yöneticileri bu kirli oyundan vaz geçmelidirler.
2007 Aralık ayından beri kaç pkk lı öldü kaç şehitimiz var bunun maddi külfeti nedir? Dış politikanın siyasete bu kadar çarşaf olarak kullanılması bir milletin yok edilmesi ve tarihin karanlıklarına gömülmesi ile aynı anlamda değilmlidir. Erhan ÖZTUNÇ

22 Şubat 2008 Cuma

Küçük Çamlıca'da Tarih katliamı ve Yusuf NALKESEN

Oağacın altını bilmem anıyormusun Foto:Erhan ÖZTUNÇ
O güzel günler için bilmem yanıyormusun Y.Nalkesen

O AĞAÇ
Yusuf Nalkesen’in kalemiyle Yusuf Nalkesen (21 Ekim 1990 Pazar günü kalem alınmıştır.)Hicaz makamındaki bir kasidemin ilk dörtlüğünde;Ne diledik, ne istedik,Bu aleme nasıl geldik?Tertemizken bin günahlaCümlemiz burada kirlendik!İfademden de anlaşılacağı gibi hiç birimiz bu hayata kendi istek ve arzumuzla gelmiş değiliz!Ben de, annem Hayriye hanımla, babam Mehmet efendinin evladı olarak çok karlı ve soğuk bir yılbaşı iptidasında gözlerimi bu hayata açmışım.Doğum yerim (Yugoslavya) İştip Kasabası, doğum yılım (sonradan Türkiye’ye gelmemiz esnasında alınan nüfus kayıtlarına göre) 1339 Hicri, 1923 Rumi yılı olarak geçirilmiş.Üç kız, üç erkek kardeşlerimin en küçüğü ve sonuncusu olarak ben dünyaya geldiğimde Yugoslavlar, cümle Hıristiyan alemi yılbaşı-noel-şenlikleri içindeymişler. Galiba 15-20 günlük bebekten boğmaca hastalığına yakalanmışım. Bu günün tıbbi imkanlarından yoksun olan o zamanın insanları, her şeyi kadere bırakmaktan başka sığınakları olmadığından ömürlerini tesadüflere terk etmek zorundan başka bir çareye sahip değillermiş.Büyük ablam beni kucağına alıp komşumuz olan bir Sırplı ebeye götürmüş. Kadıncağız beni muayene ettikten sonra bir usturanın keskin ucuyla sırtıma çizgiler çizerek kanatmış! Bu olay cereyan ederken benim boynum Sırplı ebenin avucuna düşüverince ablam beni öldü sanarak feryada başlıyor! Benim o halim salaha alamet imiş, derin bir uykuya dalmışım, sağlam olarak sağlığıma kavuşmuşum.Annem Hayriye hanım, kolağası (Baytar) Recep efendinin kızı; babam askerliğini Baytar çavuşu olarak, dedem Recep efendinin yanında yaparken binbaşının (o zaman yüzbaşı imiş) evine gider gelirken annemi görmüş ve aşık olmuş! Askerden terhiste annemi alarak İştip’e kaçırmış. Bu yuvada böyle bir macera sonucu kurulmuş.Babam, dedem, dedemin babası nalbantlık mesleğiyle yaşamını idame ettiriyorlarmış. Ailemizde nalbantlık mesleğini seçmeyen tek evlat ben olmuş oluyorum. İştip’te mali ve maddi durumumuz çok iyi olmasına rağmen, yetişkin üç ablam ve imparatorluğun parçalanmasıyla kurulan Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan Devletlerinin Türk’lere olan maddi, manevi baskıları sonucu Atatürk’ün kurduğu genç Türkiye Cumhuriyeti Devletine duyulan cazibe bizi (göçe izin verilmediğinden) misafir olarak Türkiye’ye İzmir’e göç ettirmiş. Ben kundakta denecek kadar küçük yaşta ailece İzmir’e gelip, bu günkü Kadifekale’nin İzmir’e bakan eteklerinde Tamaşalık denen semtinde kiraladığımız bir evde İzmirli olarak yaşamaya başlıyoruz.Bir süre sonra babamın, ağabeyimin aile mesleği olan nalbantlığın geçerli olabileceği İzmir’e en yakın olan Turgutlu’ya göçmüşüz. Üç ablam İzmir’de kurdukları yuvalarında kalırken bizi Turgutlu’lu (o zaman ki adı Kasaba’lı) olduk. Menteşbaba (Bozkurt) mahallesi, küçük hamam sokağı no: 3’teki büyük, meyve bahçeli evi satın aldık. Babam bir dükkan kiralayarak nalbantlığa başlıyor ve Allah da hepimizin rızıklarını bol bol eriyor. Yoksulluk, maddi sıkıntı sona eriyor. Bağ, bahçe sahibi oluyoruz.Benim ilk musiki hocalarım Annemin kanunu, babamın bağlaması ile duvar bahçe komşumuz gazozcuların Hayriye hanım teyzelerde çalınan borulu gramofondaki 33’lük büyük taş plakları oluyor. Bir de, bu gün bile kulaklarımda yankılanan üç beş ev ötelerden, yaz gecelerindeki sihirli karanlıklarda çınlayan hazin bir kavalın beni büyüleyen o yakıcı sesi!..Sonra sık sık gelmesini özlediğim, gözlediğim yanık sesli, beyitler okuyarak nane şekeri satan, koyu esmer tenli o nane şekercinin kulaklarımı esir eden yakıcı sesi!..İlkokula gelinceye kadar yıllarım bu sisli perdeler arasından bana böyle bakıp durdular. Okul çağının geldiğini anlayan babam beni Cumhuriyet İlkokuluna yazdırdı. Bu okul arkadaşlarım arasında evlerinde radyo olan bir tek kişi vardı. Sanayi odası Başkanının oğlu Şevki! Müzik hocalarım arasına, bu yıllarda Halkevi Bandosu da katıldı. Belirli gün ve maç öncelerinde şehir parkı içinde verilen konserlerin en öndeki dinleyicileri arasında küçük Yusuf vardır hep. Daha sonra buna, Halkevine alınan Radyonun müzik yayınlarıyla, yazın açık hava sinemalarında oynatılan arap kökenli müzikal filmlerin müzikleri; Abdülvahap, Ümmü Gülsüm vs. ile Türk Filmlerinin Türk müziği ürünleri de eklenmeye başladı. Turgutlu’da musiki ile uğraşan fotoğrafçı Ahmet Hamdi Bey diye bir zat vardı. Bizim çocuk yaşımız ona gitmeye, ondan yararlanmaya, o günün ve çevrenin şartlarına göre imkan veremiyordu. Musiki yapılan yerlerin, binaların dış duvar diplerine çömelerek, dışarıya sızabilen sesleri duyabilmek için gece bekçilerinden işittiğim azarların ölçüsünü ancak ben bilebilirim. İlkokuldayken öğretmenlerim bana şarkılar söyletirlerdi. Benim gözüm, kulağımsa hep güzel sesleri dinlemekteydi.Sanıyorum 1935-1936 yıllarında Ankara Radyosu yayına başlayınca (gündüzleri olmak kaydıyla) Limoncu kahvesi işletmecisinin en devamlı müşterisi ben idim. Yaşım küçük olduğu için kahveye gitmek yasaktı. Zaten büyüklerin oturduğu bu kahvelerin değil oturmak, yanından bile geçmek ayıptı. Gelenek yasağı gereği mümkün değildi.Her türlü Türk müziği yayınlarından bilhassa Hakkı Derman ve Şerif İçli’nin yaptıkları her gün 17-18 arası birer saatlik meydan fasılları, Hamiyet, Müzeyyen, Safiye, Perihan, M. Nurettin, M. Çağlar gibi ses yıldızlarının sololarını hiç kaçırmaz, ezberlerdim onları.İlkokulu bitirdiğim yıl (galiba 1936), Turgutlu’da bir haneyi (iki katlı, çok odalı bina) kiralayarak Ortaokul açıldı. Kayıt ücretini bin güçlükle temin ederek ortaokula kayıt oldum. İlk sene (ikmal sınavlarına giremediğim için) sınıfta kaldım. Kararım okumamak, çırak girmekti bir iş yerine!Bunu duyan babam “ya ölürsün, yada okursun” diyince, okula öyle bir sarıldım ki; üç yılda hep iftihar. Kitaplarıma geçerek okul birinciliğini bırakmadım. Bu çalışkanlığım yüzünden, öğretmenler kurulunca, Balıkesir Necati Bey Erkek Muallim Mektebine, sınavsız seçilerek, Bakanlık emriyle öğrenci olarak parasız yatılı alındım. Üç yıllık öğretmen okulunda müzik derslerinde beş’ten fazla not alamazdım; veya vermezlerdi.Bu yıllar içinde en iyi müzik öğretmenim okulumuzun radyosu idi. İstanbul Radyosu yayınları başlayınca Balıkesir’den zar, zor dinlenebiliyordu. Yat zili öncesi, bilhassa perşembe akşamları, İstanbul Radyosu’nda Müzeyyen Senar hanım neşriyatını dinleyebilmek için nöbetçi öğretmene yalvarır, yakarır baş muavinin odasındaki radyoyu fısıltı halinde açtırır ve M. Senar’ın şarkılarını, onun emsalsiz yorum ve telaffuzu ile mest olurdum. Kulaklarım hep böyle nefis insan ve saz sesleriyle dolup, dolup olurdu. Bu dinleyicilik dönemim 1951 yılına kadar tam tamına yirmisekiz yıl sürdü. Bu yıllar zarfında hep ama hep dinledim. Dinlediğim her sanat ürününü beyin denen Tanrı’nın kompütürüne silinmemek üzere kaydettim.Öğretmen olunca ilk görev yerim Ağrı’nın Tutak ilçesi oldu. Sonra Yedek Subay okulu ve 23. Dönem Yedek Subay okulunu tamamlayıp İstanbul’a Kıt’aya gittim. Askerliğim süresince İstanbul’un Türk Musikisi yapılan gazinolarda geçti ömrümün tatil zamanları. Bu meyanda devrin ses ve saz üstatlarıyla teker teker tanışma imkanı buldum. Bilhassa Selahattin Pınar , Şerif İçli, Hakkı Derman, Kadri ve İsmail Şençalar kardeşler, Osman Nihat Akın gibi değerlerle saygı, hürmet ve hayranlığımın en yüksek tutkusuyla irtibatlı oldum. Ne kadar satılan nota varsa hepsini satın alıp doldurdum. Ne ses, ne saz için herhangi bir teşebbüsüm olmadı. Çünkü sesim var diyemezdim. Yaşım da ilerlemişti. Bu yaştan sonra bir saz çalmak imkan dışındaydı. Sadece bu işleri yapan hem de üstad derecesinde yapanlara aşk derecesinde saygım nedeniyle hep yanlarında ve yakınlarında oldum.1947-48 yıllarında, elime tesadüfen bir eski ud geçti. Hiç kimseden ders almadan yığınla tel kopararak ud çalmaya çalıştım. Öyle zamanlar oldu ki, günlük çalışma sürem 8-10 saati buldu. En fazla saz eserleri çalışıyordum. Bir peşrev yada saz semaisi için aylarımı veriyordum. Adım, adım basamak, basamak fakat azimle, güvenle büyük bir tutku ve inatla yolumda ilerledikçe kendime güven geliyordu. Sessiz sedasız bu çalışmalarım 1951 yılına kadar evimizin en kuytu yerinde ve kimseleri tedirgin, rahatsız etmeyecek biçimde sürdü, gitti…Demirci’de öğretmen idim. 1950 yılı 26 ağustosunda İzmir’de kayınvalidemin evinde geçiriyorduk yaz tatilimizi. O gün gazetelerin manşet başlıkları şöyleydi. Demirci Kasabası Yandı!..Demirciye gittiğimde evimizin yerini bile bulamadım. Ne var, ne yok bütün ev eşyalarımız yanmış!Bu yangın nedeniyle Manisa ili emrinden İzmir ili emrine naklimi istedim. 1951 yılında İzmir’e (Kemalpaşa Parsa okuluna) tayin oldum. Her günkü müzik çalışma sürem ve tempom artan bir hızla gelişerek ta İzmir merkezine alınmama kadar eksilmeden sürdü. Artık önüme, konan en zor saz eserlerini bile çalabiliyordum. .1952 yılında İzmir Radyosu Saz Sanatçılığı sınavı açılmıştı. Girdim ve kazandım. Sabahları okula, öğlenden sonra da Radyoya gidiyordum. O zaman yayınlarının tümü canlı yayındı. Her gece 22.00-22:30 yayınıyla Radyo kapanırdı. 5 lira yevmiye ile bazı gün 5-6 yayına giriyor, çok ilkel şartlar içinde sağlığımızı kaybetme pahasına aşkla, şevkle sanat hizmeti veriyorduk. İzmir Radyosunun yayın alanı sadece İzmir Çevresini kapsadığı gibi Kore’den de dinlendiğini Kore’den Radyomuza gelen mektuplardan öğreniyorduk.Bu dönem (1952-1973) dinleyicilikten çıkıp icracılığa geçiş dönemimdir. Tam yirmi üç yıllık ömrümü, Türk Musikilerinin her türdeki sanat değeri olan eserlerini icra etmekle geçirdim. Bu dönem (1945-1970) yılları, Türk Musikisinin yorumcular yönünden altın devri, hatta platin devridir diyebilirim. On binlerce eser çalınıp, hatta ezberledikten sonra korka, utana beste çalışmalarına başladım. Mesela merhum Orhan Seyfi Orhan’ın “Veda Busesi” isimli daha öğretmen okulundaki öğrencilikle bu yıllarımda defterime yazdığım nefis şiirimi besteledikten 8-10 yıl sonra; ben beste yaptım diye utana, çekine, ortaya çıkardım. Bir anda milyonların diline düşüverdi, bu bestem. Sırayla, “İçimdesin”, “Söylemez mi Bestem?” “Seninle Bir Sonbahar”, “Kimi Dertten İçermiş”, “Yalan Değil”, “Avuçlarımda Hala”, “Kapın Her Çaldıkça”, “Gitmek mi Zor?”, “Madem Küstün”, “Dargın Ayrılmayalım”, “O Ağacın Altı” v.s. bestelerim radyo ile plaklarda ,konserlerde en iyi yorumcular tarafından okunuyor, halkın beğenisine sunuluyor. Halkımız da bu ürünlerimi büyük beğeni ile dillerinden düşürmüyorlardı. Öğretmenliğim sürerken radyodaki saz sanatçılığım da devam ediyor, bu nedenle yasak koyan kişi ve adamlarına tepki de bulamıyordum. Zira bir satır yazıyla işime son verebilirlerdi. Çoluk çocuğun rızkına mani olabilmeleri işten bile değildi, bu sanat çetesinin.1970 nisanında öğretmenlikten emekli olunca sendikalar sanatçı stüdyosunda daha özgürce çalışma imkanı bulduğumda bu sanatçı çetesiyle açık bir savaşa girdim. Ürünlerimin milletime neden, hangi engeller yüzünden ulaşamadığını, kimlerin ve hangi sebeplerden engel olduklarını basın yoluyla yüce Türk milletine duyurmaya başlayınca arı yuvasına çomak sokmuş olduğumu fark ettim. 13 Ağustos 1973 Pazartesi günü yaz tatili radyoya dönüşümüzde “Hizmetinize ihtiyaç yoktur…” diye bir Ankara Müzik Dairesi Başkanlığı yazısıyla 23 yıllık ömrümü verdiğim çileli ve ilkel radyomuzdan ayrıldım. İş mahkemesine dava açtım ve T.R.T. tazminat ödemeye mahkum oldu. Maddi hak ve kıdem tazminatımı T.R.T.’den icra yoluyla tahsil ettim. Ne radyoya döndüm ne de içinde radyo var diye on yıl süreyle, radyo binası yıkılıp Karamanlar’a taşınıncaya kadar fuarın kapısından içeriye girmedim.İşte bu ortamda ruh haletimi dile getirecek bir beste çalışması yaptım. Bu bestemin adı “Hele bir düşte gör” idi. Nesrin Sipahi TV’de okudu büyük yankılar yaptı. Sayın Vehbi Koç bana uzunca bir mektup yazarak bu bestemi çok beğendiğini ve aziz dostu Orgeneral Mustafa Muğlalı Paşa’nın hayatını dile getirdiğini, bu yüzden tebriklerini belirtiyordu.Rast makamındaki bu beste, güftem şöyle başlıyordu.Hele bir düşte gör, düşte gör bir an.Bulunmaz inan ki, hal hatır soran!..Sen düşmanlarından görmediğini,Görürsün en canın, en yakınından!..Kader bu, söyleyin, ne gelir elden?Düşenin dostu olmazmış, ezelden!Hep dost, dost diyerek o yandıklarınAramaz olurlar, inandıkların;Kara günlerinde yüz çevirirler,Canın içinde can saydıkların.Kader bu, söyleyin, ne gelir elden?Düşenin dostu olmazmış, ezelden!İyi gün dostları hep tümen, tümen.Hele düş tekini bulamazsın sen!..Allah’ım verdiğin, şu aziz canı,Alıver kimseye muhtaç etmeden.Kader bu söyleyin ne gelir elden?Düşenin dostu olmazmış ezelden!..1973’de ayrıldığım radyonun kapısına yıllarca uğramadım. Bu yıllarda arebesk denen müzik türü ve ürünleri toplumu sarıverdi. Bunda en büyük günah kanaatimce T.R.T. kurumudur. Nedeni halkın müzik sevgi ve zevkine uygun eserlere, eser verenlere uygulanan işlemlerin gerçekte hasede çekemezliğe, kıskançlığa dayanan tutum kurul üyelerinin davranışları neticesinde doğmuştur. Türk Sanat Müziği için de, Halk Müziği için de geçerlidir bu inancım.Plak ve kaset üreticileri de arebesk ürünlere yönelince bizim ürünlerimiz halka intikali hemen hemen hiçe indi.Ben bu döneme ait duygu ve yaşantılarımı yazılarımdan ziyade bestelerimle anlatmaya çalışacağım.Her güfte ve bestemin yorumunu dinleyenlere bırakıyorum.Hüzzam bir eser;Bir lokma, bir hırka ile yetindimNe gökte, dolaştım, ne yere indim;Her neyi sevdimse gönülden sevdim.Bir ömür yitirdim, güldüm diyemem,Hayatın zevkini sürdüm diyemem.Gönül zenginliğim para etmedi,İçimde heyecan sevgi bitmedi,Çok şükür itibar elden gitmedi!..Bir ömür yitirdim, güldüm diyemem,Hayatın zevkini sürdüm diyemem.Beste-Güfte: Yusuf NALKESENBu dizelerle neler, neler anlattığımın takdirini, saygıdeğer sevenlerimin yorumuna bırakırken, zaman içinde gördüğüm arkadan vurmalar, kalleşlikler, gayri samimiyetsizlikler, çok yüzlülükler yüzünden duyduğum acıları aşağıdaki hicaz bestemde şöyle dile getirmişim.DEVRANA SİTEM-1-Olmadı ömrümce yüksekte gözüm,Dolmadı hasetle, fesatla özüm.Gülmedi gitti hiç, gülmedi yüzüm,Devrana küsmüşüm, darılmışım ben,Dost bilip düşmana sarılmışım ben!..-2-Ne yolum şaşırıp şeytana uydum,Ne sağı taşladım, ne solu vurdum.Hamd ile şükürle avundum durdum.Devrana küsmüşüm, darılmışım ben,Dost sanıp düşmana sarılmışım ben!-3-Dost bilme her yüze güleni tanı,Namertler sarmış hep, sarmış her yanı,Arkadan vurur en canı insanı,Devrana küsmüşüm, darılmışım ben,Dost sanıp, düşmana sarılmışım ben!Bu beste, güftemi Mediha Şen plaklara okumuştur.Seveni milyonlar, kıskananı da boş bir ortamda şer ile uğraşmaktan beni alıkoyan, men eden bir gücün, kudretin emirlerine uyarak kabuğuma çekildim. Sadece Allah’ıma sığındım. Yıllarımın bir bölümü de böyle bitti.Bu duygular içinde;“Çektim el eteğimi, tüm nimetlerden,Kaçmaya çalıştım musibetlerden,En büyük silleyi, darbeyi yedim,Yüzüme dost gibi görünenlerden,Dünya bu insanı güler, ağlatır…Bir düşmez, bir kalkmaz yüce Allah’tır!..” dedim dizelerimde.Sonra soğuk bir şubat günü öğleden sonra tek başıma olduğum yuvamda daldığım tatlı bir uykudan beni uyandıran bir güç, sanki bana eline kalemi al ve yaz dedi. Ben de kalemi aldım yazdım. Her şeyi, herkesi affet diyordu o güç bana.-1-Gönlümü kıran da, yaralayan da,Yılda birkaç satır karalayan da,Kapımı çalan da, aralayan da,Dost, düşman cümlesi sağolsun bir bir,Ben Hak’ka sığındım, Allah Kerim’dir!..-2-Sevgisi hasede bürünenlerin,Yüzüme dost gibi görünenlerin,Alçalıp yerlerde sürünenlerin,Dost, düşman cümlesi sağolsun bir bir,Ben Hak’ka sığındım, Allah Kerim’dir!..-3-Kuyumu kazanlar bundan bıkmadı,Arkamdan vuranlar beni yıkmadı,Sevenler bana hiç sahip çıkmadı,Dost, düşman cümlesi sağolsun bir bir,Ben Hak’ka sığındım, Allah Kerim’dir!..Diyerek, bana yazdırılan bu mısraların bestesini de yaparak, kendimi sevenlere biraz daha açmış, açıklamış oldum sanıyorum.Yine bu günlerin gerçekliliği içindeki karamsarlığımla şöyle demişim.Yemedim zerrece ne haram ne hak,Etmedim riyakarlara ittihak.Olmadı kimsenin varında gözüm,Yaşadım çok şükür alnım, yüzüm ak!1985 yılı ortalarında Kültür Bakanlığı, Devlet Klasik Türk Musikisi Korosunu kurunca bana sahip çıkarak müzik uzmanlığı verdi. 5 yıldır bu müstesna ve nezih kuruluşta görevliyim. Bu vesile ile sevenler bana sahip çıkmış oldu. Biraz da kusurlarımı sıralamak istiyorum. Ömrüm boyunca güneşi üstüme doğdurmadım. Alkolle başım hiç hoş olmadı. Ne ağzıma aldım ne alanlarla gerçek manada dost oldum. Gece hayatım hiç olmadı. Mecburiyetler dışında gazinolara gittiğimi hatırlamıyorum! Yalan, riya, tabasbus (yaltaklanma) en tiksindiğim şeylerdir! Dedikodu ve gıybet nefretlerimin en büyüğünü doğurmuştur.Her zaman hamdetmiş, şükretmişimdir. Kimsenin ne varında, ne yoğunda, ne yerinde, ne mevkiinde gözüm olmuştur.“Ben hak yolunda bir kulum,Çok gördüm, kullardan zulüm,Dilemedim hasma ölüm,Her ne varsa Hak’ta vardırSığındığım tek Allah’tır!..” demişimdir hep.Ne arabam, yatım oldu,Ne yazlığım katım oldu,Hamd olsun yüce Rabbime,Yüzüm ak hayatım oldu.Böyle bir maddi olanaklar içinde geçirdim ömrümü.Hasetlere hedef oldum,Az mı arkamdan vuruldum!...Nice ihanetler gördüm,Her ne varsa Hak’ta vardırSığındığım tek Allah’tır!..Huzuru, sükunu, iç ferahlığını ancak O’na gönülden inananlar duyabilirler. Ben hep öyle yaptım.1948 yılı 10 ağustosunda Meliha Nalkesen’le kurduğum yuvamın ilk yavrusu İnci isimli kızımız odu. Sonra Süleyman Kimya Mühendisi oldu, Ebru Cumhuriyet Kız Meslek Lisesini bitirdi. On yıl kadar Tariş’te memuriyet yaptı. 1989 yılında devlet korosu ses sanatçılığı sınavlarını kazanarak Kültür Bakanlığı İzmir Devlet Klasik Türk Musikisi Korosu elemanı oldu. En küçük oğlum Selçuk Akşam Ticaret Lisesi son sınıfındayken askere giderek tahsilini tamamlayamadı. İnci Gümrük ve Tekel Bakanlığı İzmir Teşkilatı’nda gümrük kimyahanesi baş kimyageriyken 22 Şubat 1982 yılının Pazar akşamı saat 17:00 sıralarında Yüce Allah’ın melekleri arasına katılmak üzere bu alemden ayrıldı. Evimiz, yuvamız yanmış yıkılmıştı. Bir ateş düşmüştü ocağımıza. Yavrumu Karşıyaka Soğukkuyu kabristanına defnettik. Onun aziz ruhuna ithafen;Elim sustu, telim sustu, dil sustu…Tanrı bize ya darıldı, ya küstü?..Bir ateşle öylesine yaktı ki?..Bülbül sustu, güller sustu, dal sustu!..Diyen hicaz bestemi yaptım. Birinci ölüm yılında, Dr. Alâeddin Yavaşça İzmir Kültür Sarayı’nda İnci’mizin aziz ruhuna ithafen yazıp bestelediğim Hicaz Kasidemi okudu.“Takdiri ilahi dizi dizidir.Her kula ayrı bir yazı yazılır.” Mısralarını, Bülbül hoca olarak ün yapan İsmail Doruk hocaya televizyonda defalarca okutarak Müslüman kardeşlerimize armağan ettim. Bu büyük ve tarifsiz acımız Yaradan’ımıza sığınarak, ondan sabır ve metanet dileyerek huzuruna erişmeyi başarabildim. Artık yolum Yüce Allah yolu! Zikrim, fikrim hep var edenimiz oldu. O’nun nur’lu yolu, yuvamızdaki karanlığı aydınlığa tebdil eyledi. Hamd olsun Allah’ımıza!Tasavvuf bana şifa oldu. Ben aracı oldum, ürünler doğdu. Beni kim bilir ne zamana kadar yaşatacak. Bu ürünlerim için Allah’ıma hamdediyor, şükrediyorum.Öteye yolculuğum başlayabilir her an,Tanrım, sana dönüşüm olsun en güzel yoldan!..Dilerim eyle beni bağışladığın Kul’danRabbim sana dönüşüm olsun en güzel yoldan!..Diyor ve son vasiyetimi yazıyorum!Arayanlar kolay bulsun!..Bir Fatiha’cık okusun!..Defin yerim Soğukkuyu,Kızımın yanında osun!..Kimseye kırgın, küskün değilim, her şeyi yüce Allah’ıma havale ediyorum!Benim de içimde ateşler yandı.Kimseye ne dedim, ne diyeceğim!..En uzun uykumda tüm dertlerimi,Konduğum toprağa söyleyeceğim!..Yusuf NALKESEN21.10.1990 22:45 Pazar kendimi anlattım.Benden, beni anlatmamı isteyerek bu satırların yazılmasına vesile olan Dost, Kardeş, Sevgili Uğur Gür Beyefendiye en kalbi şükranlarımı sunar alnından öperim.Yusuf NALKESEN

(Bu satırları kaleme alarak bizleri dünümüzle buluşturan kıymetli büyüğüm Em.Em.Md.Ugur GÜR Beyefendiye şükranlarını sunuyorum.)
Su Başı Çay Bahçesi ve Su Başı Camii önünden sabahın erken saatlerinde iki tarihi çınarın görüntüsü. Foto:Erhan ÖZTUNÇ

Yüzlerce yıl tarihe tanık olan bu iki çınar şimdi sürekli bir birine bakarak derin derin ah çekmektedirler. Çamlıcanın sembolü bu ulu çınar ilgililerin ilgisizliği nedeniyle yaşamadıkları zulüm kalmadı.2002 yılında yakılarak altındaki mekanı genişletmek isteyenlerden zor kurtulan O ağaç şimdilerde kurutulmak istenen yaşıtı ve hemen yanıbaşındaki bir başka tarihe tanıklık etmiş Ulu çınarla hergün eski günleri düşünerek ah çekmektedirler. Erhan ÖZTUNÇ

19 Şubat 2008 Salı

Bir Karakış geride kalırken düsündürdükleri:


Bir Karakış geride kalırken düsündürdükleri:ANAKENT VE YEREL BELEDİYELER SINIFTA KALDI ÜSKÜDAR BELEDİYESİNE RAHMET OKUYALIM
Mega kentimiz İstanbul'da yine donarak ölenler olduSokaklarda aç susuz kalanlar olduYüzlerce garip donma tehlikesi ile baş başa kaldıAraçlar yollarda kaldıAnakent Belediyemiz ve İlçe Belediyelerimiz sınıfta kaldı.Yerel idareler 16.yılına girerken aynı siyasi yelpazedeki kimseler tarafından idare edilmektedirÜlkemiz 6.yılını dolduruken AKP tarafından idare edilmektedir.Yukarda saydığımız olumsuz örnekler ülkemizin her yanında yaşanmıştır ve yaşanmaya devam edilmektedir.Partizanca tutum ve kadrolaşmalar sonucu Tahminleri ile dünya birincisi olan metrolojimizde artık işi allaha emanet eder olduve Metrolojiye güvenerek açıklamalarda bulunan Yerel yöneticilerde kar tahminlerine saat saat randevu vererekgülünç duruma düştüler.Halbuki kar yağmasa İstanbul ne güzel bir kent ve yerel idarelerin acizliğinin kimsecikler farkına varmayacakkimsecikler donmayacak ve aç olduklarını kimsecikler bilmeyecekti.Halbuki bu halk onlardan 30 derece sıcaklarda 500 kilo kömür 3 kilo makarna 1 kilo kuru fasulye alarak onlara oy verip yüzde 47 lerle onları iş başına getirmemişmiydi.Heyhattt verilen kömür ve gıda maddeleri bitti herşeye yüzde beşyüz zam geldi halk hala suskun ve gündemdetüban denilen baş belası ateşten gömlek ve onun yaygaracıları var kimi laiklik kimileri din istismarcılığı yapıyor gerçekgündem ol görüp masaya yatırılmıyor.Şu sorunlarda olmasa Ülke ne güzel idare edilirdi aslında ama olmuyor iş bir taraftan patlıyor nedense.Bakınız hemen yakın çevremizdeki bir yerel idarenin aymaz tavrını anlatalım.Üsküdarın Fetih mahallesinde kar yagması ile mahallenin ana yoluda ara sokaklarıda kapandı Bu mahallede çok sayıda mobilya atölyesi ve bağlı olarakta boya ve cila atölyeleri var.Halk heran bir yangınla mahallede istenmeyen büyük can kayıpşarına neden olacak yangınlardan korktuğu içinBelediyeye sürekli bu atölyelerin mahalle dışına taşınması için müracatta bulunur durur.Ama belediye bu müracatları olgörüp ciddiye almaz.Kar yağdığının ikinci günü olanlar oldu ve ruhsatsız ve kaçak olduğu tahmin edilen bir iş yeriinde çıkan yangınla patlamalar meydana geldi.Yangın çıkan iş yeri Özkan sokak ta ve yangın çıkan iş yerinin her iki tarafı ve alt katı marangoz atölyesi üst kat ve diğer bitişik nizamlarda insanlar konutlarında yaşıyorlar bu yangın ve akabine patlamalarla halk can havli ile sokağa döküldü.Şimdi acaba ÜSKÜDAR BELEDİYESİ YİNE BU TEHLİKELİ İŞ YERLERİNİ "BİZ ONLARI RUHSATLANDIRMAYA UĞRAŞIYORUZ" gibi bie aymaz tavır içindemi yaklaşacak konuya bekleyelim görelim.NİCE YEREL SEÇİMLERE HEP BERABER MAKARNA KÜLTÜRÜ İLE

13 Şubat 2008 Çarşamba

SALİH ÖZ'E MEVLİT

Biricik dostum kardeşim Salih ÖZ'e hakka yürüyüşününhaftayı devriyesinde bu gün akşam Yatsı namazını müteakipÜsküdar ŞEYH DEVATİ camiide mevlit okutulacaktır.Bütün kardeşlerimiz davetlidir.
Erhan ÖZTUNÇ

8 Şubat 2008 Cuma

(Salih ÖZ’ün ardından)UĞURLAMA TÖRENİNDEN İZLENİMLER:


Yaklaşık üç bin kişinin katıldığı merhumun uğurlama törenine en eski dostlarından en yenisine siyaset dünyasından iş dünyasına şöhretlisinden şöhretsizine pek çok renkli sima yer aldı.
Üsküdar Yeni Valide sultan camii avlusunun taşarak dolduğu merasimde cenaze namazını merhumun Adapazarı İmam Hatip lisenden arkadaşı Pendik Müftüsü Süleyman hoca kıldırdı. Hoca yaptığı konuşmada merhumun Allaha bağlılığını, tevazusunu, aile bağlılığındaki hassasiyeti insan sevgisini iş istikrarını ve vatan aşkını dile getirdi.
İş dünyasından çok fazla sayıda taziye gereği çelenk geldiği gözlendi.
Merhumun uğurlanışına tanıklık ettiğimiz bazı isimler şöyle eski kadim dostlarından Necdet Tarık PİŞKİN, Zeki PEKER,Servet DANDİN,Alim DANDİN,Erhan ÖZTUNÇ,Ahmet Şerif YILDIRIM,Metin SAK, Saffet ALYAZ, Ali YILDIRIM, Ahmet GÜR,Fevzi TAŞPINAR, Satılmış KARABACAK,Hüseyin BAYRAK,Hasan EKŞİ,Hızır EKŞİ,Hasan YEŞİLDAĞ , Suat YAMANEL, Mustafa AYDIN, Abdulkadir KİBAR, Nadir ALTINDAL, Ali BİLİR ,Erdem KARAKOÇ, Şerafettin MAHMUTOĞLU,İsmete KAMAL,Recep ÇAKMAK, Vedat BAYRAM, İbrahim CİNGİ, Rahmi ÇAKAR,İsmail TÜRKAY Siyaset dünyamızdan MHP Eski Mv. Ahmet ÇAKAR,Lütfi CEYLAN,Bozkurt Yaşar ÖZTÜRK,Mustafa VERKAYA ANAP Eski Mv. Hayrettin ELMAS Üsküdar Eski Bld.Bşk. Yılmaz BAYAT, Üsküdar Bld. Bşk. Mehmet ÇAKIR eski yeni Bld. Meclis üyeleri, MHP İstanbul İl Bşk. İhsan BARUTÇU ve MHP İl yönetimi , MHP Üsküdar İlçe Bşk. Ali ŞANALMIŞ ve MHP Üsküdar İlçe Yönetimi MHP Ümraniye İlçe Bşk.İsmail TÜRK ve MHP Ümraniye İlçe yönetimi, MHP çevre ilçe Başkanları DYP Eski İl Bşk. Faik İÇMELİ, Gazeteci Rasim EKŞİ, MHP Eski İlçe Başkanları, Nurettin YAZICI,Neşet ÇAPOĞLU, Mehmet EKŞİ, Lütfi URAL, MHP Eski MYKÜ Sefer Ekşi, Eski ANAP il Bşk Yard. Mahmut EKŞİ, Eski Ülkücü Baba Dostları Mehmet AYTEKİN, Ahmet MALKAN , Alpaslan ALPASLAN, Abdullah KEDEROĞLU, Kemal ATA, Hamit ÇEKİN, Cemil DEMİR, Ali YASAK(Drej ALİ) gibi pek çok isim kutlu yolcuyu uğurlarken hazır bulundular.
Merhumun naaşı Cami avlu sundan Bülbül deresi kabristanına kadar omuzlarda dualarla tekbirlerle taşındı. Ancak Üsküdar böyle bir güne ilk defa tarih önünde şahitlik ediyordu. Aşırı izdiham nedeniyle trafikte bir süre aksamalar oldu. Merhumu uğurlamak için gelen kalabalık topluluk defin işleminden sonra dağıldı. Günün akşam namazını müteakip Üsküdar Şeyh Devati camiide hatim duası yapıldı.
Erhan ÖZTUNÇ








































































6 Şubat 2008 Çarşamba

Bir varmış Bir yokmuş




Bir varmış bir yokmuş diyerek bir masal anlatırcasına masal gibi bir hayatın sonunu yakalayan bir yiğitin göçtüğü gün bu gün.O na şair şiirinde “Bana deniz yolunun sonu budur denmedi,ben ömrümü tükettim bu yollar tükenmedi” diye şiir de yazmadı o bir sessisliğin suskunluğun ve içe kapanıklığın sembolü olarak bu dünyaya geldi insanlarla tanıştı ve günün bir erken saatinde sonu olmayan ve yine aynı usulünü, kendine ait geleneğini bozmadan revan oldu yoluna yolculuğuna.
Yolculuğuna çıkışı da günlük hayatında olduğu gibi kimseleri, kimsecikleri rahatsız edici olmadı koşarak hazırlandı ve ardına bile bakmadan yürüdü.
Halbuki bir gün önce kendi iş merkezinde, kendine ait ofisinde beraberken hayata dair beklentilerini çok mütevazi şekilde anlatıyor çok yakın dostlarının sıkıntılarını anlatırken “olmaz böyle şey” diye üzüntüsünü isyanını o sakin yapısına ne kadar aykırı dile getiriyordu.Biz onu hep mütevazi ve tevazuu sahibi olarak tanıdık taaa onbeşli yaşlarımızda.Halbuki çok gürültülü bir ortam içindeydi o, o ortamının da aykırı insanıydı suskunluğu ve efendiliği ile.
Kimi zaman tebessümlü olurdu, çocukları Cihat ve Hüseyin’ini anlatırdı bu gün yine annesinin arabasını kaçırmış Hüseyin ama kızmadım ki bana inat tekrar yapmasın diye, aldım yanıma ben onu direksiyona oturttum söz verdim sana araba kullanmayı öğreteceğim diye şeklinde kimi zaman bir baba nın
Bıyık altı onurunu paylaşırdı dostları ile. Çocuklarından konu açıldığında hep hep gözleri açılır ve çok severdi onlarla alakalı bir şeyler anlatmayı maça nasıl gittiklerini ne yaptıklarını çocukları onun her şeyiydi.
Her gün iş çıkışı mutlaka NTP Şemsi paşa Çay bahçe sine uğrayıp orda şekersiz çayını içmeden Necdet abisine ve diğer dostlarına bir selam verip onları görmeden gitmezdi ne evine ne başka yere. Ama artık o çok uzun bir yola çıktı ve artık bir çok gidenin memnun kaldığı yerden oda çok seneler de geçse dönmeyecek o kutlu seferinden.
O gül ağacı olup eğilmedi hiç her gelene hiç bağırmadı ama yinede o sakin yapısı içinde hep ağırlığını hisettirdi bulunduğu ortamlarda.
Ve sözün bittiği an: Bu gün kıymetli Salih ÖZ kardeşimizi dualarla tekbirlerle binlerce seveni çıktığı kutlu yolculukta uçmağa uğurlarken göz yaşlarını onun yapısına uygun şekilde içine akıtanlardan çok, bu fırsatı kaçırmayıp ona sevgisini göz yaşını sel ederek anlatanlarda vardı.
Erhan ÖZTUNÇ

ORHAN CAN’ MI ? ORHAN BATIRAN MI ?

Türk milliyetçilerinin güçlü sesi Yeniçağ Tv kötü yönetim yüzünden yayınına son vermişti.Kötü yönetim dedik çün ki yöneticinin yalnızca şirket imkanlarını kullanarak sermayeyi bitirmesi yerine, yönettiği yeri kazanç sahibi de yapması gerekirdi.Orhan CAN ve malum kısımlardan sorumlu ekiplerin hovardaca şirket imkanlarını çarçur etmeleri tabandaki ülke seven insanların sesini susturmaya yetti.Orhan CAN’ ın profesyonelliği nin de böylelikle bir yalan olduğunu görmüş olduk.
Ancak bu günlerde yayın hayatını bant yayın olarak sürdüren Yeniçağ Tv de ilginç gelişmeler olmakta sahibinin sesi olan siyasete yorumlanmış “Beraber yürüdük biz bu yollarda” şarkısını telefonlarına yükleyen bir guruh un Tv binasını gezerek sanki alacaklarmış gibi görünmeleri ise akıllara neler oluyor sorusunu getirmekte ve Türk Milliyetçilerinin sesi bir bölücü siyasi güce pazarlanmakta mı dır ? Sorusunu getirmektedir.
Hal bu ki çok ciddi bir ülkücü gurup un Tv yi yeniden harekete geçirme gayretleri de tv üst yönetimince geri çevrilerek Tv nin satılacagı tahminlerini pekiştirmektedir.

3 Şubat 2008 Pazar

ÜLKÜCÜLER ONİKİ EYLÜL SÜRECİNİ ANLATIYOR


12 Eylül 1980 dönemi, hafızalarımızda hep cezaevleri ve cezaevlerine ait üzücü hatıralarla kalmıştır ve öyle hatırlanır.
Halbuki o dönem çok yönlü irdelenmeli ve değerlendirilmelidir. Tabi ki o dönemin en büyük mağdur hareketi ülkücü harekettir. Mağduriyeti ise yalnızca cezaevleri ile sınırlı değildir. Bu mağduriyetler bir inanç dünyasındaki ülkücü hareket mensuplarını öyle bir kaos altına aldı ki o günleri iyi hatırlayan birkaç ülkücünün bir araya gelmesi ile ancak kısmen konu başlığı belki oluşturulabilir. Aksi halde münferiden yazılacak bütün yazılar sıradan yazılar olmaktan öteye gidemeyecektir.
Halbuki bahsi geçen bu tarih dünyada bazı dengelerin değişmesinin de alt yapısını oluşturan çok önemli gelişmelerin olduğu bir tarihtir.
Bundan dolayıdır ki Ülkücü hareketin top yekun kavgası neye ve nelere karşı olmuştur, bunu o dönemin acı tatlı hatıraları ile beraber irdeleyelim istedik.
Hazırlığımızda elbet ki çok duygusal olayların yaşandığını bilen biri olarak istedik ki olaylar birazda gerçekçi değerlendirilsin. Bundan dolayıdır ki yoğunlukla çalışmamız olaylarda bütünlük sağlaması adına ülkemizin farklı bölgelerinde abideleşmiş isimlerin katkıları ile gerçekleşti.
Ümit ediyoruz ki suni kahramanlıkların, bireysel kurtarıcılıkların ve o dönemi sermaye yapmak isteyenlerin de bu çalışmalar ile önü kesilsin. Çünkü bu gün çeşitli sosyal topluluklarda münferiden bulunan kimselerin o dönemin sosyal bütünlük içinde verilen ulu kavgasını küçülterek şahsileştirmeye hakkı yoktur düşüncesindeyiz.
Yine o dönemi bir iki arkadaşımızın şahsi gayretleri ile gerçeğe yakın ve dik duruşları ile anlatmasının dışında hep gözyaşına dayalı bir edebiyat oluşturularak dillendirilmesi de bu harekete yapılacak en büyük zulüm olduğu bilinci ile bu çalışmayı hayata geçirelim istedik. Nedeni ise bu hareket var olduğu günden beri sosyal boyutu ve kültürel kapsamı ile kahraman ve dik bir harekettir, hal buki kahramanlar çektikleri zülüm değil gördükleri zulüm karşısında göz yaşlarını sinelerine akıtır onu da kimseler görmez.
Bütün temennimiz düne ışık tutmak ve yaşayanların birebir yazdıklarını sizlerle paylaşmak ve O günlerin değerlendirmesini size bırakalım istedik.
Biliyoruz ki ülkücülerin birliği çok önemlidir umarız ki bu çalışmalarımızla bu birliğe vesile oluruz.
Yine biliyoruz ki Ülkücü hareket sosyal, kültürel ve siyasi boyutu ile bir bütündür.
Bu bütünlük içinde tek çatı altında toplanmış ülkücü hareketin ne gücünün ne kudretinin önünde hiçbir kuvvetin duramayacağı da aşikar dır. Bunun içindir ki hareketin kendi zaafları da yapısı itibari ile mevcut olup kontrolü zor olduğundan bu zaaflar kullanılarak bu hareketin büyümesi hep engellenmiştir. Belki bu çalışmalarımızla olayı bu yönü ile de ele almayı başarır ve zaaf olan yönleri kontrol altında tutarak geleceğe emin adımlarla yürünmesine de katkı sağlarız.
Ülkücüler bu çalışmada oniki eylül sürecini yargılama şansını bulurken kendilerini de sorgulayacaklardır.
Oniki eylül süreci bir zafer midir, hezimet midir, bu sonuca katılımcı arkadaşların düşüncelerini paylaştıktan sonra karar vereceğiz. Hezimetse neden hezimet, zafer ise hangi sonuçlara göre zafer okuyup birlikte değerlendireceğiz.
Oniki eylül sonrası siyasi hayata geçişlerle birlikte bütün alışa gelmiş partilerin en ünlüleri yeni oluşum lar içinde yer almaya başlamış hatta zaman zaman da eski topluluklarına en ciddi göndermeleri de onlar yapmışlardı. Bunlardan örnekler verecek olursak Türkiye gazetesi yazarlarından S.Ahmet ARVASİ’ nin ANAVATAN Partisine yazdığı köşesinden methiyeleri, Namık Kemal ZEYBEK’ in bu hareket misyonunu tamamladı açıklamaları, Taha AKYOL’ un çok farklı bir yapılanmada olan Doğan Gurubunda CNN tv de görev alması vb pek çok ismin Ali Galip ERDEM, Yaşar OKUYAN, Sadi SOMUNCUOĞLU,Agah Oktay GÜNER gibi pek çok ismin asli yapılarından kopmalarının da muhtemelen nedenleri ve niçin leri ile bu çalışma içinde değerlendirileceğini düşünmekteyiz.
Ülkücünün eskisi yenisi olmaz fikrimiz sabittir. Ancak o süreçten sonra hayata ve kavgaya merhaba diyen kardeşlerimizin o dönemi nasıl değerlendirdik leri de bizim için çok önemli olup çok az sayıda da olsa bu kardeşlerimizin de değerlendirmelerine ve kendilerini ifade etmeleri ne yer vermeyi uygun gördük.
Geleceğimize ışık tutacağına inandığımız bu çalışmada yer alan isimler ve katkısı bulunan bütün herkese teşekkürler imizi peşinen iletmenin de bir sakıncasını görmedik.
Ümidimiz, ümitsizliğe düşenleri kurtarmak ve geleceğin MİLLİYETÇİ BÜYÜK TÜRKİYE’ sini tüm vatan sevdalısı deli yüreklerle beraber kurmaktır.
Allah yar ve yardımcımız olsun. TANRI TÜRK’Ü KORUSUN
Erhan ÖZTUNÇ Üsküdar/İSTANBUL

ÖNEMLİ NOT: Yukarda izah ettiğimiz çalışma içinde yer almak için yazılarınızı en geç on gün içinde
oztuncerhan@gmail.com adresine yollamanızı rica ediyoruz.

2 Şubat 2008 Cumartesi

Türk Basını Yeniçağ Tv ve Güzel Ahlak:

Namus denilince aklınıza ne gelir bilmem, kavramlar asrımızda o kadar çok farklı anlamlar kazanmaya başladı ki iki cümle ile anlatılması muhtemel bir kavramı sayfalar dolusu yazsanız yinede anlaşılır olmuyor eksik kalan bir şeyler oluyor.
Namus ta öylesine bir kavram. Temel doğrulardan ayrılmanın adı namussuzluk ise, karşıtında o doğrular içinde kalmakta namuslu (güzel ahlak)olmak demektir. Bakınız aşağıda internette arkadaşlarımız bir araştırma yapmışlar sizlerle bunu paylaştıktan sonra esas konuma geleceğim.
Aralık 2000, Hürriyet: İşsizlik geriledi, yüzde 5.6'ya düştü.
Ekim 2001, NTV: İşsizlik geriledi, yüzde 8.5'e düştü.
Aralık 2002, Takvim: İşsizlik geriledi, yüzde 9'a düştü.
Eylül 2004, Milliyet: İşsizlik geriledi, yüzde 9.3'e düştü
Mayıs 2005, Vatan: İşsizlik geriledi, yüzde 9.5'e düştü.
Temmuz 2005, Radikal: İşsizlik geriledi, yüzde 10'a düştü.
Aralık 2005, Zaman: İşsizlik geriledi, yüzde 10.3'e düştü.
Aralık 2006, Sabah: İşsizlik geriledi, yüzde 10.4'e düştü.
Mart 2007, Referans: İşsizlik geriledi, yüzde 10.5'e düştü.
Nisan 2007, Yeni Şafak: İşsizlik geriledi, yüzde 11'e düştü.
Mayıs 2007, CNNTÜRK: İşsizlik geriledi, yüzde 11.4'e düştü.
Bu tabloyu incelediğimizde aklımıza ne gelir acaba şunu sesli olarak düşünebilirmiyiz bu basın iktidardan nemalanan basın eğer bir nemalanma yoksa basın insanları neden kandırsın neden cehennemi cennet diye göstermeye çalışsın.
Bu yayın organlarının iktidar ilişkilerini hafızalarımızı kurcalayarak hatırlamaya çalışırsak sesli düşüncelerimizde yanılmadığımız gerçeğini görürüz.
Peki ülkenin içinde bulunduğu gerçekleri yayınlayan basın organları sizce ne alemde bunlar yayıncılıkta ayakta kalabilmek için ne mücadeleler veriyor hiç araştıranımız oldu mu sanmam,gerçi araştırmaya gerek yok her şey göz önünde değimli işte bunun en güzel örneği Yeniçağ Tv değimli.
Yeniçağ Tv tamamen kendi öz kaynağı ile kurulup bütün çalışanlarının üç kuruş rızgını helali minellah diye isimledireceğimiz kurucusunun bütün gelir kapıları iktidar tarafından yüzlerine kapatıldığı için ceplerinden ödyerek 1 yıl ayakta kalma başarısını göstermedimi.Hiç bu yayın organında belli holdinglerin reklamına rastladınız mı veya belgeli olmak kaydı ile gayri ahlaki bir kaynakla beslendiğini iddia edebilirmisiniz.Hayır edemessiniz eğer öyle bir olay olsa idi onlarca çalışanı evi kabul ettikleri bu kanalı ağalayarak kapanışını birlikte anons etmezdi.O duygu dolu anları kapanış anonsunu izlemenizi isterdim.Herbiri bir inancın abidesi olan bu insanlara yolun başında yolu kaybettirdiler.
İşte Yeniçağ Tv ülkemizin ve ülke idarecilerinin bir ayıbı değimlidir. İşte yukarda izah etmeye çalıştığımız ahlaksızlığın yani belirlenmiş doğruların dışına çıktıkları idarecilerin var olduğu bir sistemin krbanı değimli Yeniçağ Tv.
Bütün bu örneklerle sıra diğer muhalefet yapan yayın organlarına sıra ile gelecektir. Görünen köy kılavuz istemez.
Bu olanları gören hangi güzel ahlak sahibi müteşebbis hangi cesaretle ülkemizde bir işletme açabilir . Kapılar baştan kapanmıyor mu.
Lütfen değerlerimizin kaybolmasına daha fazla müsaade etmeyelim . Yozlaşmanın eğitimden, sağlığa bekçiden ,polise askerden sivile daha fazla sirayet etmesine daha fazla müsaade etmeyelim.
Unutmayınızki bu işin ipi sizin elinizde. Güzel ahlak sahibi olmayanlara namussuz denildiğini lütfen unutmayalım.

Erhan ÖZTUNÇ
http://www.yenicag.org/
http://www.camlibelciftlik.com/